Anasayfa arrow House Of Wisdom arrow 'Savaş ve Barış' patlaması
  • Decrease font size
  • Default font size
  • Increase font size
'Savaş ve Barış' patlaması
Uygun çeviri yok

Celal Üster

Ferit Edgü ve Samih Rifat'la ara sıra (yoksa sık sık mı?) Refik'te yediğimiz öğle yemeklerinin sohbet konularından biri de çeviridir. Kötü çevirinin kitabı ne kadar okunmaz kıldığından yakınılır, çevirinin ustaları ve usta işi çeviriler anılır, iyi çevirmen denen "yaratığın" soyunun tükenmekte olduğundan dem vurulur. Geçenlerde, gene çeviriden söz edilirken, Edgü'nün, "Tuhaf bir şey ama, yapıt eskimese de çeviri eskiyor," dediğini anımsıyorum.
Bu söz, son altmış-yetmiş yılda dilin hızla eskidiği ve yenilendiği Türkçe çeviriler için daha da geçerli olsa gerek. Örneğin, Hasan Âli Ediz'in, Nihal Yalaza Taluy'un 19. yüzyıl Rus edebiyatının büyük ustalarından, Tolstoy'dan, Dostoyevski'den yaptıkları çevirileri bugün yeniden yayımlamaya kalktığımızda, en azından dili bir ölçüde yenileme gereği duyuyoruz. Ama çevirinin eskimesi, yalnızca dilin eskimesiyle bağıntılı bir şey değil galiba. Kendimden örnek vereyim. Juan Rulfo'nun Kızgın Ova adlı kitabındaki kısa öyküleri 1970'te, demek otuz beş yıl önce çevirmiştim. Geçen bahar, Yapı Kredi Yayınları'nca yapılacak yeni basımı için gözden geçirirken, çevirinin nerdeyse tümden yenilenmesi gerektiğini fark ettim. Dilinde bir eskime olmamasına karşın, çevirinin kendisi eskimişti. Sonunda, yaptığım, bir "yeniden gözden geçirme" olmaktan çıktı, handiyse bir "yeniden çevirme"ye dönüştü.

Peki, eskiyen, dil değilse neydi? Bana kalırsa, çevirmenin o yazara yaklaşımı eskiyebiliyor, zamanla yazarın üslûbunu kavrayışı derinleşebiliyor. Aradan geçen zaman içinde o yazar üstüne yazılan incelemeler, yayımlanan belgeler, yaşamöyküleri de alabildiğine etkiliyor yazarın ya da yapıtının algılanışını. Yalnız bunlar mı? Aradaki süreçte tekmil okurların yaptıkları okumaların toplamı da bir yapıtın alımlanışını değişikliğe uğratabiliyor. Bir yapıtın algılanışı ya da alımlanışındaki tüm bu değişiklikler, o yapıtın yeniden yapılan çevirisine de yansıyabiliyor.
Bizde, özellikle klasik yapıtların yeni yeni çevirilerine pek sık rastlandığı söylenemez. Kuşku yok ki, Roza Hakmen'in Don Quijote ve Kayıp Zamanın İzinde, Rekin Teksoy'un İlâhî Komedya çevirilerini, son yıllarda asıllarından yapılmış bu eksiksiz çevirileri anmadan geçmek haksızlık olur. Ama bunlar eski çevirilerden sonra yeni yorumlarla yapılmış çeviriler değil. Daha önce ikinci dilden ya da eksik çevrilmiş yapıtların, az önce de dediğim gibi asıllarından yapılmış, eksiksiz, ustalıklı çevirileri.
Evet, bizde örneğin klasiklerin belirli aralıklarla yapılmış yeni yeni çevirileri pek yok, ama Batı dillerinde özellikle son dönemde pek çok yeni çeviriye rastladığımı söylemeliyim. Bunlardan biri de, Savaş ve Barış'ın kısa bir süre önce Penguin Classics'ten çıkan Anthony Briggs çevirisi. Ben, Tolstoy'un başyapıtını, ilk kez yıllar yıllar önce Constance Garnett'ın çevirisinden okumuştum. Bunun dışında Rosemary Edmonds çevirisi de vardır. Louise ve Aylmer Maude'un zamanında yaptıkları Savaş ve Barış çevirisini ise Tolstoy'un onayladığı söylenir. Tüm bunları bir araya getirip karşılaştırmak, Tolstoy'un Savaş ve Barış'ının yalnızca farklı çevirmenlerce değil, aynı zamanda farklı dönemlerde yapılmış çevirilerindeki yaklaşım, algılama, dil, üslûp ayrımlarını gözlemlemek ne kadar ilginç olurdu!
Aslında bir de, Huntington Smith diye birinin 19. yüzyıl sonlarında yapmış olduğu bir "çeviri"den söz edilir, ama buna olsa olsa biraz eğlenmek için değinilebilir. Huntington Smith denen kişioğlu, Savaş ve Barış'ı Fransızcasından çevirmiş. Ne ki, Fransızcadan çevirmekle kalmamış, romanı bir güzel kısaltmış. Kısaltmakla da yetinmemiş, romanı "öyküler" ve "denemeler" diye iki bölüme ayırmış. İki bölüme ayırmak da yetmemiş, tutmuş, yeni bir ad vermiş romana: Savaşın Fizyolojisi.

Çeviride yorum ustalığı

Bir beş yüz sayfalık romanı "öyküler" ve "denemeler" diye iki bölüme ayırmak da nereden çıktı, demeyin. İzin verirseniz, biraz anlatayım. Her okuyanın bildiği gibi, Tolstoy, Savaş ve Barış'ta, dönemin Rus toplumundaki yaşama, Napoléon ordularıyla savaşıma yer verirken beş soylu ailenin öyküsünü anlatır. Bu uçsuz bucaksız romanda, soylularla köylüleri, subaylarla erleri, Rus çarıyla Fransız imparatorunu, kent yaşamıyla kır yaşamını, gerçekçi, kılı kırk yaran savaş betimlemelerini dev bir panorama içinde görülmemiş bir ustalıkla harman eder.
Tolstoy'un yapıtının, dönemine göre iki yeni özelliğinden biri, yalnızca savaş betimlemelerinde değil, insan ve davranış betimlemelerinde de karşımıza çıkan ayrıntıcılıktır. Bazen, romanda varlığını hep duyuran ironinin bir parçası olup çıkan bir ayrıntı düşkünlüğü: "Çadırdan, önlüğü kana bulanmış bir doktor çıktı; purosunu, elinin kanı bulaşmasın diye başparmağıyla küçük parmağının arasında tutuyordu..."
Bir örnek daha vermek gerekirse: "Sonra birden, odadan korkunç bir çığlık geldi Nataşa'nın çığlığı olamazdı, onun böyle bağırması olanaksızdı. Prens Andrey kapıya koştu. Çığlık kesildi, Prens Andrey bu kez farklı bir ses duydu, bir bebek ağlaması. Bir an, 'Bir bebeğin orada ne işi var ki?' diye düşünmekten alamadı kendini..." İşte, Tolstoy, karısının doğum yapmakta olduğu odanın kapısı önünde bekleyen Andrey'in şaşkınlığını, böylesi bir akıl sürçmesi ayrıntısıyla dile getirir.
Savaş ve Barış'ta karşımıza çıkan ikinci bir özellik de, yazarın zaman zaman anlatının arasına girerek okuyucuya tarihsel denemeler sunmasıdır. Tolstoy'un, tarih felsefesini ve savaşla savaşın mimarları konusundaki görüşlerini ortaya koyduğu bu bölümler, romanın en çok eleştiri çeken yerleri olmuştur. Bu denemelerden Flaubert ve Henry James de hoşlanmamışlar, bu "denemeler"in romanla uzaktan yakından bir ilgisi bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Kuşkusuz, tartışmaya açık bir durum. Üstüne çok şey yazılıp çizilebilir, yazılıp çizilmiştir de. Ama bizim Huntington Smith, Flaubert'le Henry James'in eleştirilerini dikkate almış olacak ki, romanın "öykülü" bölümleriyle "denemeli" bölümlerini birbirinden ayırmış. Besbelli, okuyucunun kafası karışmasın demiş; isteyen öyküyü okur, isteyen denemeyi!.. Çeviride yorum ustalığı diye buna derim ben: Önce iyicene kısaltacaksın, sonra farklı yazılmış bölümleri birbirinden güzelce sıyıracaksın, sonra da, "Savaş ve Barış adı da nereden çıktı?" diyeceksin. "Bu romana Savaşın Fizyolojisi adı yakışır!"

Tolstoy'u okumak

Bizde de, bir vakitler, kimi çevirmenler çevirdikleri kitabın "Türk okurunu ilgilendirmediğini düşündükleri" yerlerini es geçerler, çevirmezlerdi. Araştırılsa, kimbilir böyle kaç roman çevirisi, kaç politik çeviri bulunur?
Neyse, konudan çok fazla uzaklaşmadan Savaş ve Barış'ın İngilizcedeki yeni çevirisine dönelim. Politics (Politika) adlı bir romanı da bulunan Adam Thirlwell, ekim ayı başında The Guardian'ın kitap ekinde çıkan yazısında, Anthony Briggs'in yeni Savaş ve Barış çevirisini eleştiriyor. Briggs, kitabın başında, çevirisiyle ilgili bir not düşmüş. Demiş ki: "Tolstoy, Rusların kolay okudukları bir yazardır, Tolstoy'u çevirmek de nisbeten kolaydır. Üslûp sivriliklerine, şaşırtı ve şaşırtmacalara pek sık rastlanmaz. Özellikle diyaloglar, bireylere uygun özellikler taşısa da, her zaman doğaldır. Tolstoy'u çevirirken dikkat edilmesi gereken en önemli şey, aynı kolay okumayı sağlayabilmek ve zengin ama gerçekçi diyalogları aynı rahatlıkta verebilmektir..." Thirlwell, Briggs'in yaklaşımını tam da bu noktada eleştiriyor ve Tolstoy'un "ihanete uğradığını" söylüyor.
Thirlwell, Tolstoy'un "kolay okunan bir yazar olduğu" görüşüne karşı çıkarken, tanık kürsüsüne Vladimir Nabokov'u, Çehov'u ve James Joyce'u çağırıyor.
Nabokov, öğrencilerine, "basitliğin palavra olduğunu" anlatırmış hep. "Hiçbir büyük yazarın basit olmadığını" söyler, Tolstoy'un üslûbunun "yaratıcı tekrarlamalar"dan oluştuğunu gösterir, "Tolstoy el yordamıyla araştıra araştıra ilerler, duraklayıp bakınır, sözcüklerle oynar, Tolstoy'ca eğlenir..." dermiş.
Çehov, "Tolstoy'un diline dikkat ettiniz mi?" diye sormuş bir sohbette. "Birbiri üstüne yığılan büyük dönemler, tümceler. Ama bunun rastlantıyla olduğunu ya da bir kusur olduğunu sanmayın. Sanattır bu, üstelik ancak zorlu bir uğraşın sonunda gelir..."
James Joyce, yirmi üç yaşında, belki Dublinliler'in ilk öykülerini kaleme aldığı sıralar, erkek kardeşine yazdığı bir mektupta, "Tolstoy'a gelince, sana hiç katılmıyorum," demiş. "Tolstoy müthiş bir yazar. Asla sıkıcı değil, asla budala değil, asla yorulmuyor, asla bilgiçlik taslamıyor, asla teatral değil..."
Thirlwell, üç büyük yazarın söylediklerinden yola çıkarak bir çeviri eleştirisine girişiyor; Tolstoy'u "kolay okuyan" Briggs'in, Savaş ve Barış'ın ayrıntılarındaki incelikleri, ironiyi yakalayamadığını, o yüzden Tolstoy'un bu çeviride ihanete uğradığını anlatmaya çalışıyor.
İzninizle, burada ben de konumuza biraz ihanet edeyim, yapma etme, ne işimiz var oralarda deseniz de, otuz beş yıl kadar önceye, Mamak Askerî Cezaevi'ne götüreyim sizi. O sıra Ön Hücreler denen koğuştaydım. Elimizdeki kitapların hepsini okumuştum. Duyduğuma göre, Savaş ve Barış'ın dört ciltlik Türkçe çevirisi 5. Koğuştaydı. 5. Koğuşun penceresi, bizim koğuşun havalandırmasına bakıyordu, ama oradakilerle konuşmamız yasaktı. Gene de, havalandırmada volta atarken pencerenin önüne her gidişimizde orada duran arkadaşla gizlice, kısa kesik konuşabiliyorduk. Yarım saatlik havalandırma boyunca, karşı duvarla 5. Koğuşun penceresi arasında gidip gelirken, Savaş ve Barış'ı bana göndermeye razı etmeye çalışmıştım oradaki arkadaşı. Nuh diyor, peygamber demiyordu. Ona kalırsa, o bitmek tükenmek bilmeyen, sıkıcı romanı okuyacağıma, oturup elimizdeki politik kitapları okumalıydım; edebiyat "yumuşatırdı" insanı, oysa bizim savaşabilmemiz için yumuşamamamız gerekiyordu. Sonunda romanı bir biçimde edindim, böylece Savaş ve Barış'ın Türkçesini ilk kez orada okudum. 5. Koğuşun penceresindeki arkadaş gibi düşünenlerin çoğu sonradan ya yumuşayıp pelteleştiler ya da o kadar katılaştılar ki taş kesildiler.
Ne ki, Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı, yazıldığı 19. yüzyıl başlarından bugüne değin kötü çevirilere de direndi, kötü okurlara da. Savaşı ve barışı anlattığı için değil, savaşta ve barışta yaşamın farklı kesimlerinden insanları doğumları, çocuklukları, olgunlukları, aşkları, tekmil ruh halleri, evlilikleri, ölümleriyle ustaca betimleyebildiği, anlatabildiği için.


Bizde tam on dört çevirisi var

Bu arada, Savaş ve Barış'ın İngilizcedeki yeni çevirisini görünce bizdeki çevirileri merak ettim ve Idéefixe'ten bir bakayım dedim. Ve aklım durdu. Şu anda piyasada tam on dört Savaş ve Barış var. Yayınevlerini sayayım: Übl Yayıncılık, Karınca Kitabevi, Karanfil Yayınları, İskele Yayıncılık, Sentez Yayınları, Mavi Yelken Yayıncılık, Bordo Siyah Yayınları, Oda Yayınları, Kastaş Yayınları, Morpa Kültür Yayınları, Timaş Yayınları, Akvaryum Yayınevi, Engin Yayıncılık ve İletişim Yayınları. Bunlardan İletişim'deki Leyla Soykut çevirisiyle Engin Yayıncılık'taki Mete Ergin çevirisinin yapıtın Rusça aslından yapıldığını biliyoruz. Kastaş'tan çıkan Vahdet Gültekin çevirisi ise İngilizceden yapılmış olsa gerek. Öteki çevirmenlerin adlarını ilk kez duyuyorum ve neceden, nasıl çevirdiklerini bilmiyorum. Yalnız, bu araştırmayı yaparken, Attila Tokatlı'nın da 1980'lerin başında bir Savaş ve Barış çevirisinin (herhalde Fransızcadan) yayımlanmış olduğunu öğrendim. Yirmiye yakın Savaş ve Barış çevirisi içinde, en azından Leyla Soykut ve Mete Ergin çevirilerinin asıllarından yapılmış güvenilir çeviriler olduğunu söyleyebiliriz.
Bu şu yaptığıma araştırma bile denmez. Bence konunun uzmanları (örneğin, bir Rus Dili ve Edebiyatı uzmanı) bu çevirilerin tümünü incelemeli, sapla samanı birbirinden ayırmalı. Savaş ve Barış sürekli okunuyor ki, bunca yayınevi üstüne atlamış. Ama okurlar ne kadar sağlıklı çevirilerle karşı karşıyalar? Bunun ortaya çıkarılması gerekir diye düşünüyorum.
Gördünüz mü? Savaş ve Barış'ın İngiltere'de Penguin Classics'ten çıkan yeni çevirisinden kalktık, nereye geldik!
(Bu yazı 16.12. 2005 tarihli Radikal Kitap ekinde yayınlanmıştır)

 
< Önceki   Sonraki >
Advertisement